İmsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amaç uğruna ve
bilinçli olarak, yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir. Oruç,
Peygamberimizin hicretinden bir buçuk sene sonra şâban ayının onuncu günü farz
kılınmıştır.
Cahiliye çağında Arap yarımadasında Yahudiler ve hanifler
oruç tutmaktaydılar. Araplar da bu orucu tutardı, bunun yanında onlar Recep ve
Mudar aylarında oruç tutarlardı. Kureyşlilerin, işledikleri günaha keffaret
olmak veya atlattıkları bir kıtlık tehlikesine karşı şükran borcunu ödemek
için oruç tuttukları da nakledilir.
Oruç âyeti inmezden önce Hz. Peygamber, Yahudilerin aşura
günü oruç tuttuklarını gören Müslümanlara Muharrem’in dokuzuncu ve onuncu
günleri oruç tutmalarını emretmiş ve kendisi de bizzat tutmuştur.
Cahiliye devri Araplarının Hazret-i İbrahim (a.s.)'den
beri aşure günü gibi bazı günlere önem verip oruç tuttukları
bilinmektedir. Muharrem ayı ve aşure günü Ehl-i Kitap olan Hıristiyan ve Yahudîler
tarafından da mukaddes sayılmaktaydı. Peygamberimiz (a.s.m.) Medine'ye hicret
ettikten sonra, orada yaşayan Yahudîlerin oruçlu olduklarını öğrenmesi üzerine;
"Bu ne orucudur?" diye
sordu. Bunun üzerine Yahudîler; "Bugün Allah'ın Mûsâ'yı düşmanlardan
kurtardığı ve Firavun'u boğdurduğu gündür. Hazret-i Mûsâ şükür olarak bugün
oruç tutmuştur." dediler. Peygamberimiz; "Biz Mûsâ'nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak
sahibiyiz" buyurdu ve o gün oruç tuttu. Aşure gününde oruç
tutulmasını ümmetine de bir vâcip olarak emretti Ancak Yahudîlere benzememek
için Muharrem’in onuncu gününden bir gün evvel ve bir gün sonra olmak
üzere üç gün oruç tutulmasını tavsiye ettiği hadis-i şeriflerle sabittir. (Buhârî, Savm, 69, II, 251; Müslim, Sıyâm, 128; Tirmizî,
Savm, 49. III, 117.).
Daha sonra gelen âyetlerle, oruç, Ramazan ayına mahsus
kılınmıştır. Bu âyetin gelişi, hicretin ikinci yılının Şaban ayına, Bedir
savaşı öncesinde rastlar. Peygamberimiz (a.s.) hayatında dokuz sene
Ramazan orucu tutmuştur.
İlk oruç âyeti inince Müslümanlar oruca, Yahudilerin yaptığı
gibi, güneş battıktan sonra başlıyor ve ertesi gün, gün batana kadar yirmi dört
saat gece ve gündüz devam ediyorlardı. Daha sonra inen Bakara: 2/187 âyeti,
orucu yalnız gündüze mahsus kılmıştır. (…Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından
ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar
orucu tam tutun…)
Oruç riyânın en az karışacağı bir
ibadet olduğu için sevabı en fazla olan ibadetlerden sayılmıştır.Bu bakımdan
oruç tutmanın sevap olarak karşılığı oldukça yüksektir. Cennetin özel olarak
oruç tutanların girmesi için ayrılmış bulunan "reyyân" adlı
kapısından girme hakkı (Buhârî, “Savm”, 4) oruçluların olacaktır.
AYETLER:
"...Fecrin beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden
(siyahlığından) ayırt edilecek hale gelinceye kadar yiyip içiniz; sonra, akşama
kadar orucu tamamlayın..." (el-Bakara 2/187).
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere olduğu gibi, size de oruç
tutma yükümlülüğü getirilmiştir; bu sayede kendinizi koruyacaksınız. Oruç
sayılı günlerdedir. İçinizden hasta veya yolculukta olanlar başka günlerde
tutabilirler; (İhtiyarlıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı)
ona (oruç tutmaya) güç yetiremeyenlerin, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak
(kadar) bir fidye vermesi (gerekir). Daha fazlasını veren, kendine daha fazla
iyilik etmiş olur; fakat yine de, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için
daha hayırlıdır" (el-Bakara 2/183-184).
Not: “ona güç
yetiremeyenler” ifadesini “başka günlerde dahi orucu kaza edemeyecekler” fidye
verir şeklinde anlamak daha tutarlı görünüyor.( bazıları bunu oruç tutmaya güç
yetiremeyenler olarak algılamaktadır.) Çünkü önce kimlerin oruç tutamayacağı
belirtilmiş , sonra tutamazsa ne yapacağı açıklanmış, daha sonra “ona” da güç
yetmezse ne yapacağı belirtilmiştir.Ayetin orijinalinde “ona” ifadesi geçmektedir.Ayrıca aşağıda da
gösterilen yukarıdaki ayetten hemen
sonra gelen ayette aşırı yaşlı erkek ve kadınlar dışında kalan sağlıklı ve yolcu
olmayan kimseler hakkında fidye vererek oruç tutmama kolaylığının
olmadığı,kesin ve emredici şekilde
belirtilmiştir.
“(O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve
hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın
kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa,
onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler
sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu
da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz
ve şükretmeniz içindir.” (el-Bakara 2/185).
Oruçla ilgili olarak ilki kutsî hadis
olmak üzere Peygamberimizin bazı sözleri
şöyledir:
"Her
bir iyilik için on mislinden yedi yüz misline kadar karşılık olabilir; fakat
oruç başkadır. Çünkü oruç benim içindir ve onun ecrini ben vereceğim"
(Müslim, “Sıyâm”,164; Nesaî, “Sıyâm”, 42).
"Kim
iman ederek ve sevabını Allah'tan umarak ramazan orucunu tutarsa önceki
günahları affedilir" (Buhârî, “Savm”, 6).
«Şüphesiz Cennette
Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet günü : Oruçlular nerededir? diye çağrı
yapılır. Kim oruçlulardan idiyse o kapıdan girer ve o kapıdan giren bir kimse
ilelebed susuzluk duymaz.»"[Sünen-i İbni Mace Tercemesi ve Şerhi,
Kahraman Yayınları: 4/518-521]
"Canımı
elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk
kokusundan daha hoştur; Allah der ki: Ağzı kokan şu kul şehvetini, yemesini,
içmesini benim için terkediyor. Mademki sırf benim için oruç tutmuş, o orucun
ecrini ben veririm" (Buhârî, “Savm”, 9; Müslim, “Sıyâm”, 164).
"Oruçlu
için birisi iftar ettiği vakit, öteki Rabbi ile karşılaştığı vakit olmak üzere
iki sevinç vardır" (Buhârî, “Savm”, 9).
"Oruç bir
kalkandır; sakın, oruçluyken, cahillik edip de kem söz söylemeyin. Birisi size
sataşacak veya dalaşacak olursa, 'ben oruçluyum, ben oruçluyum' deyin" (Buhârî, “Savm”, 9; Müslim, “Sıyâm”, 30;
Tirmizî, “Îmân”, 8),
"Hiçbiriniz
oruçlu iken kötü laf söylemesin; bağırıp çağırmasın, hatta kendisine ağır sözler
söyleyen (küfreden) birine dahi sadece 'Ben oruçluyum' demekle yetinsin"
(Buhârî, “Savm”, 2; Müslim, “Sıyâm”, 160)
"Yalan konuşmayı
bırakmayan, yanlış davranışlardan kaçınmayan kimsenin kendini aç ve susuz
bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur" (Buhârî, “Savm”, 8)
Gazzâlî orucun üç
derecesinden bahseder:
1. "Sıradan insanların orucu" (avam orucu):Bedende
iştah ve şehvetin tatmin yeri ve aracı olan iki âzayı yani mide ve cinsel
organı, iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmekten ibaret olan oruç.
2. "Özel kişilerin orucu" (havas
orucu):Yukarıdakilere ilâveten gözü, kulağı ve diğer âzaları günahtan
koruyanların orucu
3. "Daha özel
kişilerin orucu" (ehassü'l-havâs orucu):Yukarıdakilere riayet ettikten
başka, kalbini düşük emellerden, dünya düşüncelerinden kısaca, mâsivâdan
arıtarak bütün varlığıyla Allah'a bağlayanların orucu.
İmsak
vakti : Oruç yasaklarından (yeme içme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin
başlangıcı anlamında kullanılır. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i
sâdık) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah
namazının vakti girmiş olur; bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun
başlaması vaktidir.
İftar
vakti : Oruç yasaklarının sona erdiği vakit anlamında olup, güneşin batma
vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gündüz ve
gecenin teşekkül etmediği bölgelerde oruç süresi, buralara en yakın normal
bölgelere göre belirlenir.
Farz olan oruç denince, ramazan orucu
kastedilir ve zaten tayin edilmiş, önceden belirlenmiş (muayyen) olan oruç da
budur.Ayrıca yapılan bir hatanın cezası
veya telâfisi nedeniyle tutulan keffâret oruçları da bu kategoriye girer.
Nezir (adak), kişinin dinen yükümlü
olmadığı bir ibadeti yapmayı kendisi için bir yükümlülük haline getirmesidir.
Kişi, oruç tutmayı adamışsa, bu adak orucunu tutması vâciptir.
Farz ve vâcip olan oruçların dışında
tutulan isteğe bağlı oruçlar nâfile oruç olarak isimlendirilir.
Nâfile oruç, mubah olan tüm günlerde
tutulabilir. Ancak bazı günlerde oruç tutmak daha faziletli görülerek
bugünlerde oruç tutmak sünnet veya mendup kabul edilmiştir. Bu günlerde oruç
tutmanın fazileti ve kişiye kazandıracağı sevaplar konusunda birçok hadis
rivayet edilmiştir.
Peygamberimiz’in sıklıkla oruç tuttuğu
veya oruç tutulmasını tavsiye ettiği günler, kısaca oruç tutmanın mendup kabul
edildiği belli başlı günleri görelim.
1. Şevval Orucu. Ay takviminde ramazan ayından sonraki ay, şevval ayıdır. Şevval ayında altı gün oruç tutmak müstehaptır. Bu oruçların bayramın hemen arkasından peş peşe tutulması daha faziletli olmakla birlikte ay içerisinde aralıklı olarak tutmak da mümkündür. Kazâ veya adak oruçlarının bugünlerde tutulmasıyla da aynı sevap elde edilir. Peygamberimiz’in, ramazanı oruçla geçirip buna şevvalden altı gün ilâve eden kişinin bütün yılı oruçlu geçirmiş olacağı yönündeki ifadesini (Müslim, “Sıyâm”, 204), "Kim iyi bir amel işlerse, kendisine bunun on katı ecir vardır" (el-En‘âm 6/160) âyetiyle birlikte değerlendiren kimi âlimler, bire on hesabıyla, ramazan orucunun on aya, altı gün şevval orucunun da altmış güne karşılık olduğunu ve bu suretle bütün yılın oruçlu geçirilmiş sayılacağını söylemişlerdir. 2. Aşure Orucu. Muharrem ayının onuncu gününe "âşûrâ" denilir. Hz. Peygamber'in bugünde devamlı olarak oruç tuttuğu rivayet edilmiştir. Fakat sadece o günde oruç tutulması doğru görülmemiş, Yahudilere benzememek için onuncu günün haricinde bir önceki veya bir sonraki günün de oruçlu geçirilmesi tavsiye edilmiştir. Bir rivayete göre Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde yahudilerin aşure gününde oruç tuttuklarını görünce, bu orucun anlamını yani ne için tutulduğunu sormuştu. Yahudiler, bugünün büyük bir gün olduğunu; Allah'ın Mûsâ'yı ve İsrâiloğulları'nı düşmanlarından bugünde kurtardığını ve Mûsâ'nın bu sebeple bugünde oruç tuttuğunu, kendilerinin bugünde oruç tutmalarının da bundan kaynaklandığını söyleyince, Peygamberimiz "Ben Mûsâ'ya sizden daha yakınım" demiş ve bugünlerde oruç tutulmasını emretmiştir (İbn Mâce, “Sıyâm”, 41). Aşure orucunu Câhiliye döneminde Araplar'ın tuttuğu ve Hz. Peygamber'in de ramazan orucunun farz kılınmasına kadar bu orucu tutmayı emrettiği rivayetleri de vardır (Müslim, “Sıyâm”, 116). Daha sonra ramazan orucu farz kılınınca aşure orucu bir yükümlülük olmaktan çıkarılmış, fakat aşure günü oruç tutulması tavsiye edilmiş ve bugün oruç tutmak sünnet olarak devam etmiştir.
Şia ve alevi ekollerinde Muharrem orucu diye tutulan ve dine sonradan yerleştirilen Hz.Hüseyin’in şehadetinin yası olarak anlamlandırılan ; bazı yörelerde 10, bazı yörelerde 12 günlük bir oruç daha vardır. Peygamberimiz döneminde bu anlamda muharrem ayı orucu yoktur.
3. Her Ay Üç Gün Oruç. Her aydan üç gün oruç tutmak, bunu özellikle her ayın 13, 14 ve 15. günlerinde yapmak müstehap kabul edilmiştir. Kamerî takvim (ay takvimi) hesabına göre bugünlere "eyyam-ı bîd" denir. Peygamberimizin özellikle ayın 13, 14 ve 15. günlerinde olmak üzere her ay üç
6. Haram Aylarda Oruç. Haram aylar olarak anılan zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarında, perşembe, cuma ve cumartesi günleri oruç tutmak müstehaptır.
7. Şâban Orucu. Şâban ayında oruç tutmak müstehap sayılmıştır. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Peygamberimiz en çok orucu şâban ayında tutmuş, şâban ayının tamamını oruçla geçirdiği olmuştur. Fakat, pazartesi-perşembe veya her ay üç gün ve benzeri gibi tutulagelen mûtat oruç dışında şâban ayının ikinci yarısında oruç tutmak bazı âlimlerce mekruh kabul edildiği gibi, Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.
8. Dâvûd Orucu: Gün aşırı oruç tutmak yani bir gün oruç tutup ertesi gün tutmamak, Peygamberimiz tarafından "savm-ı Dâvûd" olarak nitelenmiş ve bu şekilde oruç tutmanın faziletli olduğu ifade edilmiştir. Peygamberimiz bu şekildeki oruç hakkında "En faziletli oruç Dâvûd'un tuttuğu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı" demiştir. Sahâbeden Abdullah b. Amr, "Ben daha fazlasını tutabilirim" deyince, Peygamberimiz bunun faziletli bir şekil olduğunu ve daha fazlasını tutmaya çalışmamayı tavsiye etmiştir (Müslim, “Sıyâm”, 187-192). Bu bakımdan gün aşırı oruç tutmak, en faziletli nâfile oruç olarak değerlendirilmiştir.
ORUÇ TUTULMAYACAK GÜNLER VE ANLAR
Şafii kaynaklarda Cinsel ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiyle cinsel ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir.
Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulunduğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağlantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.
Tedavi yöntemlerinin orucu bozup bozmayacağı tartışmalıdır.Genel kural ve kesin hüküm olarak hastanın vücuduna direnç sağlamak için bir gıdayı serum yoluyla enjekte etmek orucu bozar. Ağrıyı kesmek veya zorunlu tedavi maksadıyla yapılan enjeksiyon da, İmam Azama göre orucu bozar. Fakat, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve diğer mezhep imamlarına göre bozmaz. ( Ayrıca ,1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir.)
İhtiyata uygun olan bu tür tedavileri gece yapmaktır. Bununla beraber gündüz yapılması gereken muayene ve tedaviler için bu ruhsattan istifade edilebilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun, 22/09/2005 tarihinde yaptığı toplantıda Orucu Bozan ve Bozmayan Muayene ve Tedavi Yöntemleri hakkında vardığı sonuçlar:
7. Şâban Orucu. Şâban ayında oruç tutmak müstehap sayılmıştır. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Peygamberimiz en çok orucu şâban ayında tutmuş, şâban ayının tamamını oruçla geçirdiği olmuştur. Fakat, pazartesi-perşembe veya her ay üç gün ve benzeri gibi tutulagelen mûtat oruç dışında şâban ayının ikinci yarısında oruç tutmak bazı âlimlerce mekruh kabul edildiği gibi, Şâfiî mezhebine göre haram sayılmıştır.
8. Dâvûd Orucu: Gün aşırı oruç tutmak yani bir gün oruç tutup ertesi gün tutmamak, Peygamberimiz tarafından "savm-ı Dâvûd" olarak nitelenmiş ve bu şekilde oruç tutmanın faziletli olduğu ifade edilmiştir. Peygamberimiz bu şekildeki oruç hakkında "En faziletli oruç Dâvûd'un tuttuğu oruçtur; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı" demiştir. Sahâbeden Abdullah b. Amr, "Ben daha fazlasını tutabilirim" deyince, Peygamberimiz bunun faziletli bir şekil olduğunu ve daha fazlasını tutmaya çalışmamayı tavsiye etmiştir (Müslim, “Sıyâm”, 187-192). Bu bakımdan gün aşırı oruç tutmak, en faziletli nâfile oruç olarak değerlendirilmiştir.
ORUÇ TUTULMAYACAK GÜNLER VE ANLAR
1— Ramazan Bayramı’nın ilk günü ile Kurban Bayramı’nın ilk
dört günüdür.
2— Tek başına cuma günü, yahut tek başına cumartesi günü de oruç tutmak (tenzihen) mekruhtur. Zira cuma bayramdır. Mü’minlerin bayramına iştirak etmenin gereği oruçlu olmamaktır. Cumartesi ise Yahudilerin özel günleridir. Onlara benzememek için yalnız o güne mahsus şekilde oruç tutmak münasip değildir.
3— Muharrem ayının yalnız onuncu günü, yâni Âşura günü oruçlu bulunmak da aynı şekilde (tenzihen) mekruhtur. Yalnız o güne hasredilen oruç, mahzurdan hâli olmaz. Ancak bir gün önceden başlanırsa, yahutta devam edilen oruç tutulursa mahzur olmaz.
4— (Nevruz) ve (Mehrican) denen ilkbahar günlerine mahsus olarak kasdi şekilde oruçlu olmak da aynı şekilde mekruhtur. Kasdî olmaksızın, mutad olan orucun bugünlere rastlamasında ise mahzur olmaz.
2— Tek başına cuma günü, yahut tek başına cumartesi günü de oruç tutmak (tenzihen) mekruhtur. Zira cuma bayramdır. Mü’minlerin bayramına iştirak etmenin gereği oruçlu olmamaktır. Cumartesi ise Yahudilerin özel günleridir. Onlara benzememek için yalnız o güne mahsus şekilde oruç tutmak münasip değildir.
3— Muharrem ayının yalnız onuncu günü, yâni Âşura günü oruçlu bulunmak da aynı şekilde (tenzihen) mekruhtur. Yalnız o güne hasredilen oruç, mahzurdan hâli olmaz. Ancak bir gün önceden başlanırsa, yahutta devam edilen oruç tutulursa mahzur olmaz.
4— (Nevruz) ve (Mehrican) denen ilkbahar günlerine mahsus olarak kasdi şekilde oruçlu olmak da aynı şekilde mekruhtur. Kasdî olmaksızın, mutad olan orucun bugünlere rastlamasında ise mahzur olmaz.
5- Hayız veya nifas halinde kadınların oruç tutmaları
haramdır;
6- Şek günü oruç tutmak mekruhtur. Havanın bulutlu olması
gibi sebepler yüzünden şâban ayının yirmi dokuzundan sonraki günün şâban ayına
mı yoksa ramazan ayına mı ait olduğu konusunda şüphe meydana gelirse, bugüne
“şek günü” (şüpheli gün) denilir.
Bugünün ramazan ayına ait olup olmadığında kuşku bulunduğu anlamına gelir.
7- İki veya daha fazla günü, arada iftar etmeksizin
birbirine ekleyerek oruç tutmak mekruhtur. Buna visâl orucu (savm-i visâl)
denir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Peygamberimiz müslümanlara acıdığı
için visâl orucu tutmalarını yasaklamış; kendisinin bu şekilde oruç tuttuğu
hatırlatılınca da "Siz benim gibi değilsiniz; beni Rabbim yedirir,
içirir" (Müslim, “Sıyâm”, 55-58) diye cevap vermiştir.
Peygamberimiz "Hilâli
(ramazan hilâli) görünce oruca başlayınız ve hilâli (şevval hilâli) görünce
bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı (Şevval ) otuza
tamamlayınız" buyurmuştur (Buhârî, “Savm”, 5, 11; Müslim, “Sıyâm”,
3-4, 7-10)
Bir başka hadiste de
"Hilâli görmedikçe başlamayınız, hilâli görmedikçe bayram etmeyiniz. Hava
bulutlu olur da hilâli göremeyecek olursanız, ayı otuza tamamlayın"
(Buhârî, “Savm”, 11) buyrulmuştur.
Ramazan orucunu tutmamayı mubah kılan mazeretler (özürler)
genel hatlarıyla şunlardır:
1. Sefer. Namaz
bölümünde belirtildiği üzere sefer (yolculuk) hali, genellikle, sıkıntı ve
meşakkatli olduğu için yolcu olanlara birçok konuda kolaylıklar getirilmiştir.
Yolcu olanlar için, namazın terkine değil, kısaltılmasına veya cemedilmesine
ruhsat verildiği halde, namaza göre daha yorucu ve yıpratıcı olduğu için orucun
terk edilmesine ruhsat verilmiştir (bk. el-Bakara 2/183-184). Bununla birlikte
yolcu sayılan kimsenin, eğer gerçekten bir sıkıntı yoksa ve zarar da
görmeyecekse oruç tutması daha faziletli görülmüştür.
Geceden niyetlendiği orucu tutarken, gündüzün yola çıkmak
durumunda kalan kimse, Hanefîler'e göre, bu orucunu tamamlasa daha iyi olur;
fakat bozması durumunda kefâret gerekmez. Şâfiî ve Hanbelîler ise, ramazan
ayında Hz. Peygamber'in Mekke fethine çıktığında Kadîd denilen yere varıncaya
kadar oruçlu olup orada orucunu bozduğuna dair rivayete dayanarak, geceden
niyet edilmiş orucun bile sefer durumunda bozulabileceğini söylemişlerdir.
Savaş durumu veya cephede uzun süre çatışma durumu da aynı şekilde bir
mazerettir. Bu durumlarda kalan kişi, sağlığına ve görevine uygun düşen
seçeneğe göre hareket etmelidir.
2. Hastalık.
Hastalık da birtakım ruhsatların sebebi olan bir durumdur. Yüce Allah, bölüm
başında zikredilen âyette hiçbir kayıt getirmeden hasta olanların,
iyileştikleri bir vakitte oruç tutabileceklerini ifade etmiştir. Bu bakımdan
oruç tuttuğu takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından endişe eden,
yahut böyle olmamakla birlikte oruç tutmakta zorlanacak olan kimseler oruç
tutmayabilir veya başlamış bulundukları orucu bozabilirler. Oruç tuttuğu
takdirde hasta olacağı tıbbın verilerine göre kuvvetle muhtemel olan kişinin de
hasta hükmünde olduğu söylenmiştir.
3. Gebelik ve Çocuk
Emzirmek. Gebe veya emzikli olan kadınlar, kendilerine yahut çocuklarına
bir zarar gelmesinden korkmaları halinde oruç tutmayabilirler. Bunlar bir
yönüyle hasta hükmünde oldukları gibi, onlara bu ruhsatı tanıyan hadisler de
bulunmaktadır (Nesaî, “Sıyâm”, 50-51, 62; İbn Mâce, “Sıyâm”, 3).
4. Yaşlılık.
Dinimiz oruç tutmaktan âciz olan yaşlı kimselerin oruç tutmasını istememiş,
bunun yerine, tutamadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye
vermelerini öngörmüştür. Bölüm başında zikredilen âyette oruç tutmaya güç
yetiremeyenlerin veya tutmaya çalıştıkları takdirde büyük bir sıkıntı çekecek
olanların fidye vermeleri gerektiği ifade edilmektedir. İyileşme ümidi
bulunmayan hastalar da bu hükümdedir. Ancak ramazanda oruç tutma gücüne sahip
olmayıp da, daha sonra kazâ edebilecek durumda olanlar fidye vermeyip
tutamadıkları oruçları kazâ ederler.
İyileşmeyen sürekli bir hastalık nedeniyle oruç fidyesi
veren kimse daha sonra oruç tutmaya güç yetirecek olsa fidyenin hükmü kalmaz;
oruç tutması ve önceki tutamadığı oruçları kazâ etmesi gerekir.
5. İleri Derecede
Açlık ve Susuzluk. Oruçlu bir kimse açlıktan veya susuzluktan dolayı helâk
olacağından, beden ve ruh sağlığının ciddi boyutta bozulacağından endişe
ediyorsa veya böyle bir şeyin olması tecrübeye veya doktor raporuna göre
kuvvetle muhtemel ise, orucunu bozması câiz olur. Hatta ölüm tehlikesi açıksa
oruç tutması haram olur.
6. Zor ve Meşakkatli
İşlerde Çalışmak. Esas itibariyle bir insanın ibadetlerini normal bir
şekilde yapmasını engelleyecek zor ve ağır işlerde çalışması veya
çalıştırılması doğru değildir. İnsanın ibadetini sağlıklı bir şekilde yapmakla
geçimini temin ikilemi arasında bırakılması insan hakları açısından kesinlikle
kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle bir durumda bırakılan kişi, eğer
toplum kendisine daha iyi iş imkânları sağlayamıyorsa, dolayısıyla işinden
ayrıldığı takdirde geçim sıkıntısı çekmesi kesin veya kuvvetle muhtemel ise, bu
durumda oruç tutmayabilir. Geçici bir süre ağır bir işte çalışmak durumunda
kalan ise bu durumda oruç tuttuğu takdirde sağlığına bir zarar erişeceğinden
endişe ediyorsa oruç tutmayabilir. Bunlar imkan bulurlarsa kaza ederler,
değilse oruç yerine fidye verirler.
Kur'an'da oruç tutmamayı mubah kılan mazeretler olarak
hastalık, yolculuk ve oruca güç yetirememeden söz edilmiştir (el-Bakara
2/184-185). Fakihler de oruç tutmama ruhsatını bu üç durumla sınırlı tutmayı
tercih etmiş, bu üç durumun ortak özelliği meşakkat olsa bile, her meşakkat
halinde oruç tutulmayabileceğini söylemekte mütereddit davranmışlardır. Bunun
en başta gelen sebebi, mükelleflerin sübjektif ve değişken bir durum olan
meşakkati belirlemede ölçüsüz veya mütesâhil davranıp olur olmaz bahanelerle
orucu terk etmesine yol açma, yani bu ruhsatı kötüye kullanma endişesidir.
Bununla birlikte oruç ibadeti, netice itibariyle kul ile Allah arasında kalan
bir yükümlülük ilişkisi olduğundan, mükelleflerin yukarıda sayılan mazeretler
ışığında kişisel inisiyatiflerini kullanması, mazeretleri içlerine sinmediği
sürece orucu terk etmemesi, haklı ve geçerli bir mazeretlerinin bulunduğuna
iyice kani olduklarında da anılan ruhsattan yararlanması isabetli bir tutum
olur.
Sıralanan bu mazeretlerden biri sebebiyle oruç tutamayan
kimse, oruca, oruçlulara ve ramazan ayına hürmeten, mümkün oldukça bunu belli
etmemelidir.
Diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç
ibadetinde de niyet şarttır. Şâfiîler ve bazı Mâlikîler niyeti rükün
saymışlardır. Her ikisine göre de, niyet edilmediği takdirde sabahtan akşama
kadar aç durmak oruç yerine geçmez. Bu bakımdan, ister farz veya vâcip, isterse
nâfile olsun her tür oruçta niyet şarttır. Herhangi bir oruca kalben niyet
etmek, hangi orucu tutacağını kalbinden geçirmek yeterlidir. Bu niyetin dil ile
ifade edilmesi, onun teyit edilmesi ve perçinlenmesi anlamına geldiğinden
mendup sayılmıştır.Sahura kalkıp yeme ve içme de niyet yerine geçer.
Peygamberimiz’in sahura kalkmayı teşvik ve tavsiye eden
birçok hadisi bulunmaktadır:
"Oruç tutmak
isteyen sahurda bir şeyler yesin" (Müsned, III, 367, 379),
"Sahura kalkın,
çünkü sahur yemeğinde bereket vardır" (Buhârî, “Savm”, 20; Müslim,
“Sıyâm”, 45),
"Sahur yemeği ile
gündüz tutacağınız oruca; ve öğle üzeri uykusuyla da (kaylûle) teheccüt
namazına kuvvet kazanın" (İbn Mâce, “Sıyâm”, 22).
Peygamberimiz, sahuru mümkün olan son vakte denk getirmeyi
teşvik ettiği gibi iftarın da vakit girer girmez yapılmasını teşvik etmiştir.
Bu iki teşvikten çıkarılabilecek anlam, ibadetin mümkün olduğunca kolay hale
getirilmesidir. İftar vakti girdiğinde yemeğe oturmadan namaz kılınmak
isteniyorsa yine de biraz su veya bir hurma ile orucu açıp, ondan sonra namaz
kılmak yerinde olur.
Peygamberimiz, "Oruçluya iftar ettiren kimse, oruçlunun
sevabında bir eksilme olmaksızın, oruçlunun alacağı kadar sevap alır"
(Tirmizî, “Savm”, 42, İbn Mâce, “Sıyâm”, 45) buyurmuştur.
Fıkıh terimi olarak itikâf, bir mescidde ibadet niyetiyle ve
belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz.
Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl ramazanın son on gününde itikâfa
çekildiğini, hanımlarının da genelde Resûl-i Ekrem'le birlikte itikâf yaptığını
nakleder (Buhârî, “İ‘tikâf”, 3; Müslim, “Hayz”, 6; Tirmizî, “Savm”, 80).
Peygamberimizin ramazanın son on gününde daha fazla ibadet
ettiği bilinmektedir. Âişe vâlidemizin belirttiğine göre Resûl-i Ekrem
ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihya eder; ailesini uyandırır
ve kadınlardan ayrı kalırdı.
Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.
Peygamberimizin hanımlarından gelen
bütün rivayetler, onların aybaşı hallerinde namaz kılmadıkları ve oruç
tutmadıkları yönündedir.
Cünüplük, hayız ve nifastan farklıdır.
Çünkü; cünüplüğün gerçekleşmesi ihtiyarî olduğu gibi, gusletmek suretiyle
cünüplükten temizlenmek de mümkündür. Bu bakımdan cünüplük oruca başlamaya
engel görülmemiştir. Bununla birlikte mümkün olan en kısa zamanda cünüplükten
temizlenmek gerekir.
Orucun anlam ve gayesine yakışmayan şeyler, bir kısmı da
biraz ileri gidildiği takdirde orucun bozulmasına sebep olabilecek şeylerdir.
Meselâ bir şeyi tatmak ve çiğnemek mekruhtur; çünkü ağza alınan bir şeyin
yutulma tehlikesi bulunmaktadır.
Fakihler yine aynı gerekçeyle, bir insanın eşiyle
öpüşmesini, ona sarılmasını mekruh saymışlardır. Çünkü bu davranış, orucu
bozacak bir fiili işlemeye götürebilir. Esasen bir insanın eşiyle öpüşmesi
oruca zarar vermez. Nitekim Âişe vâlidemiz, Peygamberimizin oruçlu iken
hanımlarıyla elleşip şakalaştığını ve öpüştüğünü anlatmıştır (İbn Mâce,
“Sıyâm”, 19; Muvatta, “Sıyâm”, 13).
Orucun anlamı, Allah rızâsı için, gerek beslenme gerekse tat
ve keyif alma kasıt ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ilişkiden uzak
durmak, özetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu
yasağın ihlâli sayılan her davranış orucun mâna ve gayesine aykırıdır. Yeme,
içme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kazâ edilmesini
gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kazâ hem kefâret gerekir.Bu anlamda:
Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan
şeylerdir.Bilerek ve isteyerek kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel
birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefâret gerekmeyip
sadece kazâ gerekir.
Yemek, içmek ve cinsî münasebete ek olarak, kendi fiiliyle
ağız dolusu kusmak ve hacamat yapmak / yaptırmak dışında orucu bozan herhangi
bir şey hadislerde bulunmamaktadır. (bk. İbn Mâce, Sıyam, 18; Ebû Dâvûd, Sıyam,
28; Tirmizî, Savm, 25).
Buna karşılık, yıkanmak, ağza su almak (mazmaza), diş
fırçalamak (misvak kullanmak), sürme çekmek, eşini öpmek, yağlanmak, koku
sürünmek gibi pek çok şeyin orucu bozmayacağı hadislerde yer almaktadır. (bk.
Buhârî, Savm, 24, 27; Müslim, Sıyam, 12; Tirmîzî, Savm, 29, 31, 76; İbn Mâce,
Sıyam, 17; ?).
Ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutma, su içme
kapsamında değerlendirilir ve orucu bozar; fakat, kişinin kastı olmaksızın
boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmaz.
Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten
yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde bozar.
Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması,
esasen oruç yasaklarının ihlâli ile ilgili olmayıp, bütün mükellefiyetlerde ön
şart olan bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile
ilgilidir. Bu halin kapladığı günlerin kazâ edilmesinin istenmeyişi de aynı
sebebe bağlıdır.
Unutarak bir şey yemek ve içmekle oruç bozulmaz.
Peygamberimiz oruçlu olduğunu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini,
onları Allah'ın yedirip içirdiğini söylemiştir (Buhârî, “Savm”, 26; Müslim,
“Sıyâm”, 17).
Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan
kimse yiyip içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya
çıksa oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, kefâret gerekmez. Aynı şekilde
güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa
yine kazâ gerekir.
Yanılarak oruç erken bozulur veya oruca geç başlanırsa
bundan dolayı bir gün kaza edilir .
Orucu bozacak fakat kefâreti de gerektirmeyecek bir
davranıştan sonra, kişinin yiyip içmeye başlaması halinde, kural olarak
kefâretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruç tutma
veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre olduğu
şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur.
Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil
gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar
doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme
niteliği de taşımaktadır.
Şehvetin normal cinsel birleşme
dışında [istimna(masturbasyon)] tatmin edilmesi; orucu bozar, sadece kaza
gerekir. Mastürbasyonun orucu bozduğu, fakat sadece kaza gerektiği, Hindiyye,
Bahr ve Dürr-ül-Muhtâr ve diğer dört mezhep fıkıh kitaplarında
yazılıdır.(caferide; oruç bozulur, hem kaza, hem de keffaret gerekir.)
Şafii kaynaklarda Cinsel ilişkiye giren oruçlu, pasif değil aktif durumda olmalıdır. Pasif durumda olan değil, aktif durumda olan kişi kefaretle yükümlü olur. Kendisiyle cinsel ilişkiye girilen oruçlu kadının sadece orucunu kaza etmesi gerekir.
Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulunduğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağlantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz.
Tedavi yöntemlerinin orucu bozup bozmayacağı tartışmalıdır.Genel kural ve kesin hüküm olarak hastanın vücuduna direnç sağlamak için bir gıdayı serum yoluyla enjekte etmek orucu bozar. Ağrıyı kesmek veya zorunlu tedavi maksadıyla yapılan enjeksiyon da, İmam Azama göre orucu bozar. Fakat, İmam Ebu Yusuf, İmam Muhammed ve diğer mezhep imamlarına göre bozmaz. ( Ayrıca ,1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir.)
İhtiyata uygun olan bu tür tedavileri gece yapmaktır. Bununla beraber gündüz yapılması gereken muayene ve tedaviler için bu ruhsattan istifade edilebilir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun, 22/09/2005 tarihinde yaptığı toplantıda Orucu Bozan ve Bozmayan Muayene ve Tedavi Yöntemleri hakkında vardığı sonuçlar:
a) Astım hastalarının kullandığı sprey
Akciğer hastalarının kullandıkları spreyden, bir kullanımda 1/20 ml. gibi çok az bir miktar ağıza sıkılmaktadır. Bunun da önemli bir kısmı ağız ve nefes boruları cidarında emilerek yok olmaktadır. Bundan geriye bir miktarın kalıp tükrük ile mideye ulaştığı konusunda kesin bir bilgi de yoktur. Abdest alırken ağızda kalan su ile kıyaslandığında, bu miktarın çok az olduğu görülmektedir. Halbuki oruçlu, abdest alırken ağzına verdiği sudan geri kalan miktarın mideye ulaşması halinde orucun bozulmayacağı konusunda hadis (Dârimî, Savm, 21) ve İslâm bilginlerinin icmaı vardır. Ayrıca, misvaktan bazı kırıntıların ve kimyevi maddelerin mideye ulaşması kaçınılmaz olduğu halde, Hz. Peygamber'in oruçlu iken misvak kullandığı, sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buharî, Savm, 27; Tirmîzî, Savm, 29). Diğer taraftan, "kesin olarak bilinen, şüphe ile bozulmaz" kaidesi gereğince, mideye ulaşıp ulaşmadığı konusunda şüphe bulunan bu şeyle oruç bozulmaz.
Bu itibarla astımlı hastaların, sağlığı oruç tutmalarına uygun olup başka bir hastalıkları da yoksa, rahat nefes almalarını sağlamak amacıyla ağza püskürtülen oksijenli ilaç orucu bozmaz.
b) Göz damlası
Uzman göz doktorlarından alınan bilgilere göre, göze damlatılan ilaç miktar olarak çok az (1 mililitrenin 1/20'si olan 50 mikrolitre) olup bunun bir kısmı gözün kırpılmasıyla dışarıya atılmakta, bir kısmı gözde, göz ile burun boşluğunu birleştiren kanallarda ve mukozasında mesamat yolu ile emilerek vücuda alınmaktadır. Damlanın yok denilebilecek kadar çok az bir kısmının, sindirim kanalına ulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu bilgiler, yukarıdaki bilgilerle birlikte değerlendirildiğinde, göz damlası orucu bozmaz.
c) Burun damlası
Tedavî amacıyla burna damlatılan ilacın bir damlası, yaklaşık 0,06 cm3 tür. Bunun bir kısmı da burun çeperleri tarafından emilmekte, çok az bir kısmı mideye ulaşmaktadır. Bu da, mazmazada olduğu gibi ma'fuv (affedilmiş) kapsamında değerlendirilebilir.
d) Dil altı
Bazı kalp rahatsızlıklarında dil altına konulan ilaç, doğrudan ağız dokusu tarafından emilip kana karışarak kalp krizini önlemektedir. Söz konusu ilaç ağız içinde emilip yok olduğundan mideye bir şey ulaşmamaktadır. Bu itibarla, dil altı kullanmak orucu bozmaz.
e) Endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek
Midedeki hastalığı tespit amacıyla mideyi görüntülemek veya mideden parça almak için yaptırılan endoskopide, ağız yoluyla mideye tıbbî bir cihaz sarkıtılmakta ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonlardaki hastalığı teşhis etmek amacıyla, bağırsak içini görüntülemek veya parça almak için yapılan kolonoskopide, makattan bağırsaklara cihaz gönderilmekte ve işlem bittikten sonra çıkarılmaktadır. Kolonoskopide, hemen daima, endoskopide de genellikle, incelenecek alanın temizliğini sağlamak amacıyla cihaz içinden su verilmektedir.
Endoskopi veya kolonoskopi yaptırmak; makat veya ferçten ultrason çektirmek; yeme, içme anlamına gelmemekle birlikte, çoğunlukla cihaz içinden su verildiği için oruç bozulur. Ancak söz konusu işlemlerde cihazların kullanımı sırasında sindirim sistemine su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan bir madde girmemesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmak, makat veya ferçten ultrason çektirmek orucu bozmaz.
f) İdrar kanalının görüntülenmesi, kanala ilaç akıtılması
İdrar kanallarına giren cihazlar veya akıtılan ilaçlar orucu bozmaz.
g) Anestezi
Acı ileten sinir yolları üzerinde iletimin değişik seviyelerde engellenmesi anestezi oluşturmaktadır. Lokal, bölgesel ve genel anestezi olmak üzere, üç türlü anestezi vardır. Küçük ameliyatlarda ameliyat bölgesinin yakın çevresine iletimi engelleyen ilaçların verilmesi ile oluşan anesteziye lokal anestezi denir. Vücudun daha geniş bölgeleri, örneğin belden aşağısı veya bir yarısı iletimin omurilik düzeyinde engellenmesi için omuriliğe veya omuriliğe varmadan geniş bir sinir grubunun oluşturduğu bağlantı yerleri üzerine ilaç verilerek oluşturulan anesteziye bölgesel anestezi denir. Hastanın uyutulup ağrının duyulması beyin düzeyinde engellenirse bu tür anesteziye genel anestezi denir.
Anestezi, nefes yolu veya iğne ile vücuda ilaç verilerek oluşturulmaktadır. Nefes yolu veya iğne ile yapılan anestezi, mideye ulaşmadığı gibi, yeme-içme anlamı da taşımamaktadır. Ancak bölgesel ve genel anestezide, acil durumlarda ilaç ve sıvı vermek amacıyla damar yolu açılarak, bu açıklık işlem süresince serum vermek suretiyle sağlanmaktadır. Bu itibarla, lokal anestezi, orucun sıhhatine engel değildir. Bölgesel ve genel anestezide serum verildiği için oruç bozulur.
h) Kulak damlası ve kulağın yıkattırılması
Kulak ile boğaz arasında da bir kanal bulunmaktadır. Ancak kulak zarı bu kanalı tıkadığından, su veya ilaç boğaza ulaşmaz. Bu nedenle kulağa damlatılan ilaç veya kulağın yıkattırılması orucu bozmaz.
Kulak zarında delik bulunsa bile, kulağa damlatılan ilaç, kulak içerisinde emileceği için, ilaç ya hiç mideye ulaşmayacak ya da çok azı ulaşacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi, bu miktar oruçta affedilmiştir. Ancak kulak zarının delik olması durumunda, kulak yıkattırılırken suyun mideye ulaşması mümkündür. Bu itibarla, orucu bozacak kadar suyun mideye ulaşması halinde oruç bozulur.
i) Fitil kullanmak, lavman yaptırmak
Ağrı kesici, ateş düşürücü olarak veya diğer bazı amaçlarla makattan; mantar ve bazı kadın hastalıklarının tedavisinde ferçten fitil kullanılmaktadır.
Lavman, tıbbî operasyon öncesi veya kabızlıkta kalın bağırsak da bulunan dışkının, anüsten içeriye, sıvı verilerek dışarı çıkarılmasıdır.
Sindirim sistemi, ağızla başlayıp anüsle sona eren, sindirim borusu ile sindirim bezlerinden oluşur. Sindirim borusu ise, ağızla başlar. Ağzın gerisinde yutak bulunur. Sonra yemek borusu, mide, ince bağırsak, kalın bağırsak, rektum ve anüs gelir. Sindirim ince bağırsaklarda tamamlanmaktadır. Kalın bağırsaklarda ise, sadece su, glikoz ve bazı tuzlar emilmektedir. Kadının ferci ile sindirim sistemleri arasında ise bir bağlantı bulunmamaktadır.
Bu itibarla kadınların fercinden kullanılan fitiller, orucu bozmaz. Makattan kullanılan fitiller ise, her ne kadar sindirim sistemine dahil olmakta ise de, sindirim ince bağırsaklarda tamamlandığı, fitillerde gıda verme özelliği bulunmadığı ve makattan fitil almak yemek ve içmek anlamına gelmediği için, orucu bozmaz.
Lavman yaptırmak konusunda ise, iki durum söz konusudur; kalın bağırsaklarda su, glikoz ve bazı tuzlar emildiği için, gıda içeren sıvının bağırsaklara verilmesi veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde verilen suyun bağırsakta kalması durumunda oruç bozulur. Ancak, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi durumunda, verilen su ile birlikte bağırsaklarda bulunan dışkının dışarıya çıkarıldığı ve bu esnada emilen su da, çok az olduğu için oruç bozulmaz.
j) İğne yaptırmak, hastaya serum ve kan vermek
İğnenin orucu bozup bozmayacağı, kullanılış amacına göre değerlendirilebilir. Ağrıyı dindirmek, tedavi etmek, vücudun direncini artırmak, gıda vermek gibi amaçlarla enjeksiyon yapılmaktadır. Gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyonlar, yemek ve içmek anlamına gelmediklerinden orucu bozmazlar. Ancak gıda ve / veya keyif verici enjeksiyonlar orucu bozar. Hastaya serum veya kan verilmesi de, aynı hükme tabidir.
k) Diyaliz
Böbrek yetmezliği hastalarına uygulanan diyaliz, periton diyalizi, hemodiyaliz olmak üzere iki çeşittir.
Periton diyalizi, karın boşluğuna verilen özel bir solüsyon aracılığı ile, hastanın kendi karın zarı kullanılarak kanın zararlı maddelerden arındırılması ve sıvı dengesinin sağlanması işlemidir.
Hemodiyaliz ise, kanın vücut dışında bir makina yardımı ile temizlenip vücuda geri verilmesi işlemidir. Kan, bir iğne aracılığı ile hastanın kolundan alınır. Hemodiyaliz makinası, diyalizör denen bir filtreden kanı sürekli geçirerek zararlı maddeleri ve fazla suyu filtre eder. Filtre edilen temiz kan ikinci bir iğne ile hastanın damarına geri verilir. Bu işlem yapılırken bazen, gıda içerikli sıvı verilmesi gerekmektedir.
Buna göre hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden gerçekleştirilen hemodiyalizde oruç bozulmaz. Diğer diyaliz çeşitlerinde ise, vücuda gıda içerikli sıvı verildiği için oruç bozulur.
l) Anjiyo yaptırmak
Halk arasında anjiyo olarak bilinen operasyon, teşhise yönelik (anjiyografi) ve tedaviye yönelik olarak uygulanmaktadır. Anjiyografi vücut damarlarının görüntülenmesi demektir. Damar içine damarların görünür hale gelmesini sağlayan ve kontrast madde olarak tanımlanan ilaç verilerek, anjiyogram adı verilen filmler elde edilir. Anjiyografi sayesinde organları besleyen damarlar görüntülenerek damar hastalıkları veya bu damarlardan beslenen organlara ait tanı koydurucu bilgiler edinilir. Tedaviye yönelik olarak uygulanan anjiyonun klasik yöntemi anjiyoplastidir. Bu ise, dar veya tam tıkalı damarların balon ya da stent denilen özel araçlarla tekrar açılması için yapılır.
Bu bilgiler ışığında gerek anjiyografi, gerekse anjiyoplasti operasyonlarında yemek ve içmek anlamı bulunmadığından, oruç bozulmaz.
m) Biyopsi yaptırmak
Tahlil amacıyla vücudun herhangi bir organından parça alınması (biyopsi), orucu bozmaz.
n) Kan vermek
Kan vermenin orucu bozup bozmayacağı konusunda, Hz. Peygamber'den rivayet edilen
"Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur." (Ebû Davûd, Sıyam, 28)
hadisinden hareketle bazı İslâm bilginleri kan vermekle orucun bozulacağını söylemişlerdir. Din bilginlerinin çoğunluğu ise, Hz. Peygamber'in oruçlu iken hacamat olduğuna dair rivayeti (Buhârî, Savm, 32; Ebû Dâvûd, Sıyam, 29) esas alarak kan vermenin orucu bozmayacağını söylemişlerdir.
Bu iki hadis ve diğer rivayetler birlikte değerlendirildiğinde, "Hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulur." hadisinin "hacamat yapanın ve yaptıranın orucu bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır." şeklinde anlaşılmalıdır. Zira hacamat yapan kişi emerek kanı aldığı için boğazına kan kaçma ihtimali, hacamat yaptıranın ise zayıf düşeceğinden yeme içme zorunda kalma ihtimali bulunmaktadır. Nitekim Enes b. Malik de, hacamat yaptırmanın oruçluyu zayıf düşüreceğinden dolayı hoş karşılanmadığını söylemiştir (Buhârî, Savm, 32).
Bu itibarla, oruçlu iken kan vermek orucu bozmaz.
o) Merhem ve ilaçlı bant
Deri üzerindeki gözenekler ve deri altındaki kılcal damarlar yoluyla vücuda sürülen yağ, merhem ve benzeri şeyler emilerek kana karışmaktadır. Ancak cildin bu emişi, çok az ve yavaş olmaktadır. Diğer taraftan bu yeme içme anlamına da gelmemektedir. Bu itibarla, deri üzerine sürülen merhem, yapıştırılan ilaçlı bantlar orucu bozmaz.
Sonuç olarak;
a) Dinimiz, hasta olan ve tedavi sürecinde bulunan kişilerin oruç tutmamalarına ruhsat vermektedir. Bu nedenle, tedavisi devam eden kişiler, sağlıklarına kavuşup, tedavileri tamamlanıncaya kadar oruçlarını erteleyebilirler. Bununla birlikte, Ramazan ayında herkesle birlikte oruca devam etmeyi arzu ediyorlar ve oruç tutmalarına başka bir engelleri de bulunmuyorsa, muayene ve tedavilerini iftardan sonra yaptırmalarının önerilmesinin uygun olduğuna,
b) Astım hastalarının kullandığı spreyin; göz, kulak ve burun damlasının; kulak zarında delik bulunmayanların kulak yıkatmasının; dil altı kullanmanın; idrar kanalını görüntülemenin, idrar kanalına ilaç akıtmanın; su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan başka bir maddenin vücuda girmemesi kaydıyla endoskopi, kolonoskopi yaptırmanın; makat veya ferçten ultrason çektirmenin; lokal anestezi uygulamanın; makattan ve ferçten fitil kullanmanın; suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi kaydıyla lavman yaptırmanın; hastaya herhangi bir sıvı maddesi verilmeden hemodiyaliz yaptırmanın; gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyon yaptırmanın; anjiyo, biyopsi yaptırmanın, kan vermenin, merhem sürmenin, vücuda ilaçlı bant yapıştırmanın orucu bozmayacağına,
c) Gıda ve keyif verici enjeksiyon yaptırmanın; gıda içerikli sıvıların bağırsaklara verilmesinin veya orucu bozacak kadar su emilecek şekilde lavman yaptırmanın; su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan başka bir maddenin vücuda girmesi durumunda endoskopi, kolonoskopi yaptırmanın; bölgesel ve genel anestezinin; kulak zarı delik olup, orucu bozacak kadar su mideye ulaşacak şekilde kulak yıkatmanın, periton diyaliz ve damara serum verilerek yapılan hemodiyalizin orucu bozacağına, Karar verildi.
Tutulamayan oruç ramazandan sonra istenilen bir günde tutularak kaza edilir.
Kefâret için genel olarak önerilen üç
seçenekten sadece ikisinin günümüzde tatbik imkânı vardır ki bunlardan birisi
iki ay peş peşe oruç tutmak, ikincisi 60 fakiri doyurmaktır. Toplumsal şartlar
gereği ve bir anlamda köleliğin kaldırılması hedefine yönelik olarak önerilen
köle âzat etme seçeneği köleliğin ortadan kalkmasıyla uygulama dışı kalmıştır.
Bir ramazanda birden fazla oruç yemek durumunda sadece bir
kefâret gerekir.Kefâret tek başına orucun değil, bir bütün olarak ramazanındır.
Şayet kefâretin sebebi ramazan orucu olacak olsaydı, bozulan her bir ramazan
orucu için kefârete hükmedilmesi gerekirdi.
Hanefîler , Hanbelî ve Şafiîler kefâret seçeneklerinde sıra
gözetmenin gerekli olduğunu savundukları için öncelikle iki ay peş peşe oruç
tutmayı, bu mümkün olmazsa diğer seçenek olan altmış fakiri doyurma seçeneğinin
uygulanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Mâlikîler ise, sıra gözetmeksizin
herhangi bir seçeneğin yerine getirilmesini yeterli görmüşlerdir.
Araya hayız ve nifas gibi doğal mazeretlerin girmesi durumu
kefâret orucunun peş peşe oluş özelliğine zarar vermez. Bu haller geçtikten
sonra yeniden niyet edilerek kalınan yerden devam edilir.
Fidyenin miktarını "bir fakir
doyumluğu" olarak belirlenmiştir. Ağır bir hastalığa yakalanan ve iyileşme
umudu bulunmayan hasta, orucu ileride kazâ etme ihtimali çok düşük olduğu için
bu ruhsat verilmiştir. Bu kimselerin, tekrar sağlıklarına kavuşup oruç
tutabilir hale gelmeleri ümit edilmediğinden tutulamayan orucun, aynı cinsten
bir ibadetle telâfisi talep edilmemiş, ibadet şevkinden mahrum kalmamaları
için, bunun yerine "her bir oruç için bir fakiri doyurma" şeklinde,
orucun mahiyetiyle alâkalı olması yanında sosyal amacı da bulunan bir telâfi
şekli önerilmiştir.
Fidye olarak bir yoksulu fiilen
doyurma kişinin kendi yediği cinsten, bir fakiri doyurmasıyla gerçekleşmelidir.
“Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim
hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder.
(İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da)
oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye gerekir. Bununla
beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer
bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
BAKARA:183-184
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Bir kimse, oruç borcuyla ölürse, yakını onun yerine orucunu tutar.” (Buhârî, “Savm”, 42; Müslim, “Sıyâm”, 152; Ebû Dâvûd, “Savm”, 41)
“Bir kimse, oruç borcuyla ölürse, yakını onun yerine orucunu tutar.” (Buhârî, “Savm”, 42; Müslim, “Sıyâm”, 152; Ebû Dâvûd, “Savm”, 41)
Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir Hadis-i Şeriflerinde ise:
“Bir kimse üzerinde
bir aylık Ramazan orucu borcu varken ölürse, onun her günü için bir yoksul
doyurulsun” buyurmaktadır. (İbn Mâce, “Sıyâm”, 50; Tirmizî, “Savm”, 23)
Iskatta asıl olan, sağlığında (Yaşlılık veya ölene kadar
devam edecek olan sürekli bir hastalığa sahip olmak gibi) meşru bir mazereti
sebebiyle orucunu tutamamış bir kişinin sağlığında veya öldükten sonra fidye
verilerek oruç borcunun üzerinden düşürülmesidir.
Bir mazeret sebebiyle oruç tutamayan ve bunu kazâ etmeden
ölenlerin mirasçılarının bu oruçlar için
fidye vermesi câiz, hatta mendup bir davranış olarak görülmüştür.
İslam Âlimlerinin çoğunluğu, ölen kişinin adına fidye
verilmesini emreden Hadis-i Şerifleri ve herhangi bir kimsenin bir başkasının
namına namaz kılamayacağı ve oruç tutamayacağı yönündeki sahâbî görüşlerini
(Muvatta, “Savm”, 43) esas alarak namaz ve namaz, oruç gibi bedenî ibadetlerde
hiçbir şekilde (mükellefin hayatında veya ölümünden sonra) niyâbetin geçerli
olmayacağı genel kaidesini dayanarak, ölen adına yakınlarının veya üçüncü
şahısların oruç tutmasını, namaz kılmasını uygun görmemişlerdir.
Bu Âlimler konuyla ilgili Hadis-i Şeriflerdeki “yerine oruç
tutma” ifadesiyle oruç yerine geçecek olan “fidye vermenin” kastedildiğini
söylemektedirler. Hanbelîler başta olmak üzere Fıkıh Âlimlerinin bazıları da bu
istisnaî hükmün ramazan orucu için değil, ölenin adayıp da yerine getiremediği
adak için olan oruç borcu için geçerli olabileceğini söylerler.
"Hakikat biz onu (Kur'an'ı) kadir gecesinde indirdik. Kadir
gecesinin (o büyük fazl-ı şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan
daha hayırlıdır. Onda melekler ve ruh, rablerinin izniyle herbir iş için iner
de iner. O (gece) tan yeri ağarıncaya kadar bir selâmdır"( El
Kadr Sûresi 1-5.)
"O ramazan ayıdır ki, Kur'an onda indirilmiştir" (El
Bakara Sûresi: 185)
"Biz o Kur'an'ı mübarek bir gecede indirdik, zaten biz insanlığı
her zaman uyarmaktayız." (Duhan: 44/3)
"Kadir gecesi’ni
ramazanın son on günü içinde arayınız!"[ Buhârî, Leyletü'l–kadr 3;
Müslim, Sıyâm 219. Ayrıca bk. Tirmizî, Savm 72.]
"Kadir gecesi’ni
ramazanın son on günündeki tek gecelerde arayın!"[ Buhârî,
Leyletü'l–kadr3.]
“Kadir gecesini arayan
onu ramazanın son yedi gecesinde arasın!"[ Buhârî, Leyletü'l–kadr 2,
Ta'bîr 8; Müslim, Sıyâm 205 –206. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 5; Tirmizî,
Savm 71.]
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
– Ey Allah'ın Resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim? diye sordum.
– "Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et" buyurdu.
– Ey Allah'ın Resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim? diye sordum.
– "Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et" buyurdu.
[ Tirmizî, Daavât 84. Ayrıca bk. İbni Mâce, Dua 5.]